Archive for Temmuz 2010

O Gün Çok Sıcaktı

6 Temmuz 2010 Salı § 3

Sıcaktı. O gün gerçekten çok sıcaktı. Gelmek bilmeyen yaz en çok beni sevindiriyordu oysaki son günlerde. "Haziran bitti, hâlâ yağmur var abi olacak iş değil" tadındaki serzenişlere şampanya patlatarak gülüyordum küçük, ter kokulu, her yerini toz kaplamış odamda. Hem hava güzel olmasına rağmen yağmurlar yüzünden dışarı çıkalım diye tutturanım yoktu, hem de arkadaşlarımın 'sadece yazlığa gidildiğinde takıldığımız kızlar'dan oluşan fotoğraf albümlerine bakmaya başlamamıştım henüz, daha ne olsun. Benden daha fazla keyfi yerinde olan insan muhtemelen Coni Dep'ti o ara, onla da kapışacak kadar afiyetteydim.

Ev nüfusu beşten aşağı düşmese de bu günlerde, odama uğrayan pek olmuyordu. Hatta birçok gelen gidene "Askere gitti bizim oğlan" desin diye takılıyordum annemle. O boyuta gelmişti bu ev ve şehirdeki varlığım. Akşamları ise babamla odada geçiriyordum. Babam da ben gibi kalabalığı sevmez, işten gelir gelmez yanıma kaçardı. Başlarda yalnızlığı kendim seçtiğimi fark etmemiş olacak ki, yalnız hissetmeyeyim diye benle takılıyor sanıyordum. Sonradan çıktı onun da foyası. Apayrı bir yazı konusu bu konuda babama duyduğum hayâl kırıklığı. Velhâsıl; annem, babam ve kardeşimden sonra en fazla gördüğüm kişiler karşı komşularımızdı. Henüz 1,5 yaşında bir kızları olan genç bir çift. Bebeğe de gündüzleri annem bakıyor karı-koca çalıştıkları için. O yüzden hemen her gün görüyordum onları da.

O gün çok sıcaktı. Tamam dedim artık kurtuluş yok, geldi yaz. Baktım şöyle bir belirtiler de tutuyor; tüm gün donla vantilatörün karşısında oturmana rağmen saç köklerinden götüne süzülen terler, Show Tv'nin sürekli Çeşme'den Sibel Can açık hava konseri yayınlaması ve son zamanların trendi olarak hunharca artan sinir bozucu limonata reklamları. Kendimi gündüz sıcağında Hollywood filmlerinin vazgeçilmezlerinden biri olan beyaz fanilası yemek lekeleriyle kaplı, yağlı saçları ve şişman hâliyle etrafa pizza kutuları saçılmış odasında kanepeden bile kalkmayan loserlar gibi hissediyordum. Bir bakıma da öyleydim. Ayrıca uzun zaman sonra evde kimsenin olmamasıyla birlikte yayışların en krallarından birini gerçekleştiriyordum. Taa ki kapı çalınana kadar.

Annemin pazardan aldığı baksırlardan biri vardı üzerimde ve ani hareketlerimde mal meydandaspor kimliğine bürünüyordum. Hemen bir şort aradım yakınımda ama aksi gibi hepsi balkondaki çamaşır ipine yeni dizilmişlerdi kurusunlar diye. Yalnızken -hele de uyuyorsam- Daisy Lowe gelse açmam kapıyı. Kapıya doğru sessizce yürüyerek duyabildiğim kadarıyla çıkan sesleri dinleyeyip ona göre kapıyı açma kararı aldım. İki farklı dişi sesi duyduğumdan emin olduğum an annem ve kız kardeşim gelmiştir, zaten baya oyalandım diyerek çat diye açtım kapıyı. Gelin görün ki 20li yaşların başındaki bir genç adam ve 20li yaşların sonundaki çocuğu henüz kendisini emen bir kadın için yüzyılığın rezillliği niteliğinde bir karşılaşma gerçekleşti.

Kapıyı o kadar hışımla açıp kendimi öne doğru atmasam çok iyi olacaktı doğrusu. Çünkü baksırda bir hareketlenme olduğunu bariz bir şekilde hissetmiştim. Üstümün çıplak olmasını zaten geçtim. Tam kendi rezilliğime yanacakken aynı rayda iki trenin karşılıklı çarpışması boyutunda bir darbe yedim. Kapıyı nasıl olsa annem açar diyerek benim baksırımın boyunda şortuyla ve -buraya dikkat- göğüs kısmında iki küçük daire şeklinde ıslaklık olan, yaka düğmeleri tamamen açık tişörtüyle karşı komşum Melda abla karşımda dikiliyordu. Ne yapacağımızı bilemedik. Ben hemen kapının arkasına doğru yöneldim ve gözlerimi aşağıya devirdim. Bacaklarına bakıyor oldum bu sefer de ama üstteki manzarayı görmemem için "Lütfen bacaklarıma bak" tribine girebilecek konumdaydı Melda abla. O ise iki elini hemen göğsüne doğru götürerek "Şey, annen" diyebildi en fazla. "Yok kimse valla. Onlar geldi sanarak açtım ben de" diyorken her kelimede santim santim kapısına doğru gerilediğini hissediyordum Melda ablanın. "Tamam, sonra gelirim ben o zaman" diye cümlesini bitirdiğinde çoktan kapılarımız kapanmak üzereydi.

Asla dile getirilmeyecek, bir zaman göz göze bile gelinemeyecek kadar tatsız bir anı olarak zihinlerimizde kaldı bu hikaye. Kaldı diyorum çünkü oradan taşınmamıza kadar bu olayın üzerinden üç yıl geçmişti ve her konuşmamızda onun da aklına geliyordu o yirmi saniye, hissediyordum. O gün çok sıcaktı ve bir daha annemin aldığı salkım saçak dolaşmama neden olan pazar baksırlarından giymedim ben.