Archive for Eylül 2010

Top 3 : She Wants Revenge

30 Eylül 2010 Perşembe § 0

Başlığa bakmayın. En son yazacağım şey, son aylarımı yiyip bitiren iki gruptan birini övüp şu şu şarkılarını dinleyin demek olacak böyle bir kafadayken. İçimden ne geliyorsa, geldiği ilk anıyla yazacağım bu yazıda ve yazım/noktalama hatalarım hariç hiçbir düzeltme yapmayacağım. Olduğu gibi yayınlayacağım.

Bu geceyi hiç uyumadan geçirdiğimden midir, en sevdiğim dizinin o efsane final bölümünü yıllar sonra bir kere daha izlediğimden midir bilmiyorum ama uzun zamandır böyle okkalı bir hüzün kaplamamıştı vücudumu. En kötü hüzün, kendini iyi hissettiğin dönemde çöken hüzündür bence. Hayatımın genel siktiriboktanlığı dışında son zamanlarda beni rahatsız eden bir şey yok. Daha dün, uzun süredir işitmediğim çok değerli sözler duydum çok sevdiğim birinden. Görüntüde iyi şeyler oluyor ya da olacak. Ama bütün bunlar, balkona çıkıp sırtımı balkon demirlerine dayadığımda başımı geriye doğru yatırıp gökyüzünden başka bir şey görmediğim an, tüm güzel şeyleri unutmamama engel olmuyor hiçbir zaman.

Bir anlık ruhen ve fiziken tamamiyle yalnız olduğun anlar, zihnen yaşadığın en zorlayıcı tecrübeler oluyorlar genelde. O kadar hızlı geçiyor ki düşünceler kafandan, son gördüğün şey o ucu bucağı olmayan gökyüzü olsun isteyebiliyor insan. Bir anlığına gözlerini kapattığında ise o anın en kısa zaman dilimini temsil ettiğinden şüpheleniyorsun. Çünkü gözlerini tekrar açtığında içinden sağlam bir parça götürecek kadar uzun bir süre geçmiş gibi hissediyorsun ve bunun sadece bir 'an'da gerçekleşmiş olduğuna inanasın gelmiyor. İstediğin kadar inanma, balkondan mutfağa geçip kendine üçüncü kez haşlama yaptığın çaydan bir bardak koyduğunda sike sike inanıyorsun. Yine mi inanmadın? Elinde çay bardağı, üzerinde birkaç sene evvelki asi zamanlarından kalma rengi solmuş siyah grup tişörtün ve altında apış arası erimiş baksırın varken babanla geleceğin üzerine sıkıcı bir muhabbet yap bakalım. Gözlerin uykusuzluk ve stresli konuşmanın etkisiyle o kadar acımaya başlıyor ki, Tanrının kusursuz olduğuna bile inanacak raddeye geliyorsun. Daha iyi bir örnek bulamadım nedense ve artist bir kıyaslama oldu. Sevmem aslında ulu orta din konuşmayı.

Uzun zamandır "yeni kayıt"ı tıklamadığımı, paragraf yapabilmek için Wordpress'in aksine enter'a iki defa basmak gerekince fark ettim az önce. Bu üzebiliyor beni mesela. Gülmeyin. Nevresimi ilk seferde boyuna açtığım zaman ne kadar mutlu olduğumu görseniz, siz de üzülürsünüz benimle bu küçük şeyler için. Peki ya bu saçma şeylere sevinip üzülmem mi kötü, yoksa kardeşim istediği bölümü kazanınca yeterince sevinmemem veya annem gecenin bir yarısı acıdan kıvranırken diğer herkes kadar üzülmemem mi kötü? Fazla kurcalamadan hayatta bulunduğum 7890. günü klavyede yazarken rakamların art arda gelmesindeki ahenkle mutlu olayım en iyisi.

Sırasıyla These Things, Broken Promises For Broken Hearts ve Out of Control dinleyeceğim bu arada.