Archive for Ocak 2011

127 Hours

26 Ocak 2011 Çarşamba § 0


Hakkında hiçbir şey okumadan, sadece başrolünde James Franco'nun oynadığını ve yönetmeninin Danny Boyle olduğunu bilerek izledim 127 Hours'u. İyi ki de öyle yapmışım. Çünkü ilk on dakikanın ardından gidişat beklediğinizin tam aksi yönde değişmesinin yanında, kendinizi git gide olayın içinde öyle bir hissetmeye başlıyorsunuz ki, anlatamam. Muhtemelen adam gibi bir şeyler anlatamayacağım zaten burada. Sırf izleyin demek için yazıyorum diyebilirim bu satırları.

Hem gerçek hikaye, hem de kitap uyarlaması olduğunu bilerek izlemeye başladıysanız ise James Franco'nun solo performans sergileyeceğini az çok tahmin etmişsinizdir. Tek mekan, tek oyuncu. Filmden en iyi yardımcı oyuncu seçilecek olsa, Franco'nun film boyunca kendini çektiği kamerası olurdu heralde. O derece tek kişilik bir performanstı. Şaka bir yana, şöyle söyleyeyim; ne James Franco'ya tam ısınabilmiş biriyim ne de Danny Boyle'u çok severim -Slumdog Millionaire'in fazla abartılmasından olabilir gerçi Boyle antipatim. Trainspotting'e dua etsin-. Film bittiğinde ise onlara olan tüm düşüncelerimi sıfırladım diyebilirim. Bu iki ismi sevenlerin görüşleri ne derece değişmiştir, siz düşünün.

Aron Ralston isminde gerçek bir maceraperesti canlandırıyor Franco -Ralston aynı zamanda filmdeki hikayeyi yaşayan ve bunu kitap hâline getiren isim-. Kimseye haber vermeden her zaman yaptığı doğa gezilerinden birine çıkıyor Ralston ve Utah'daki Blue John Canyon oluyor o haftasonundaki tercihi. Gerek yürüyerek, gerek bisikletiyle dağ tepe demeden aşıyor Ralston. Filmin o ilk on dakikasındaki enerjisine hayran kalıyorsunuz gerçekten Franco'nun. Özellikle yollarını kaybetmiş Megan ve Kristi'yle karşılaşması ve üçlünün geçirdiği dakikalar çok geçmeden sizi filme bağlıyor. Fakat Aron'ın kızlardan ayrılıp kendi yoluna devam etmesinin hemen başlarında her şey değişiyor. Ralston hiç çekinmeden bir kayadan diğerine atlıyorken ayağı kayıyor ve bastığı kayayla birlikte daracık yarığa düşüyor. Onunla birlikte yarığa yuvarlanan kaya, Aron'ın sağ kolunu yarığın duvarına sıkıştırıyor ve her şey burada başlayıp bitiyor. O andan sonra filmin sonuna kadar Ralston'ın elini kayadan kurtarma çabası ve geçen süreçteki yaşadıklarını izliyoruz.

Biyografik bir film olduğu için, bu tarz yapımların konusundan bahsetmek bile büyük spoiler değerinde oluyor. Neredeyse tamamını da anlatmış oldum zaten yukarıdaki paragrafla. Geri kalan ve kelimelerle anlatılmayacak sahneler için filmi izlemenizi öneririm. Saatler, günler geçtikçe Ralston'ın gördüğü halüsinasyonlar, kendi kendine konuşmaları ve iç hesaplaşmaları mutlaka görülmeli. Özellikle sabah yayınlanan radyo programlarından birine davet olmuşçasına kendisiyle söyleşi yapması izleyene acayip dokunuyor. Sıkıştığı kayadan kurtulma sahnesinin etkileyici yönü ise kesinlikle müzik seçimi. Burada da Boyle sanatını konuşturmuş ve insanın içini gıdıklayan bir sahne çekmiş. Tüm bunların yaşanmış, üzerine kitabı yazılmış ve hatta filminin çekilmiş olduğunu düşününce; filmin mutlu bir sonla biteceğini söylemem yanlış olmaz sanıyorum. İzleyin ve görün Ralston'ın hayatında neler olmuş o zamandan sonra.

127 Hours'un -yeni bir film olmasının da etkisiyle- IMDb puanı şimdilik 8.2. Biraz daha düşecektir o tahminen fakat ben rahatlıkla 8(/10) puan veriyorum. Ki izlediğim çoğu yeni filme 6 veya 7 puan veriyorum uzun zamandır. Son dönemde ilgimi çeken ender filmlerden biri demek oluyor bu. Gerçi yazının son kısımlarını yazıya başladığımın on gün sonrasında getirebildim. Vakitsizlik ve üşengeçliğin kombosu çekilmez oluyor gerçekten.

Video Games vs. Real Life

19 Ocak 2011 Çarşamba § 0






EIMIC - Sleepwalking

15 Ocak 2011 Cumartesi § 0

Han Solo Was In Firefly

12 Ocak 2011 Çarşamba § 0




[Via]

3 Minutes

11 Ocak 2011 Salı § 0

3 Minutes from Ross Ching on Vimeo.

Vintage Movie Posters

10 Ocak 2011 Pazartesi § 0