Archive for Mart 2011

Müzik Video: Fenech-Soler, TV on the Radio, Ra Ra Riot, Frankie & The Heartstrings

29 Mart 2011 Salı § 0

Fenech-Soler - Stop and Stare


TV on the Radio - Will Do


Ra Ra Riot - Too Dramatic


Frankie & The Heartstrings - Hunger

[the films of] David Fincher

28 Mart 2011 Pazartesi § 0

Movie Titles in Movies

26 Mart 2011 Cumartesi § 0

Badminton Jedi

25 Mart 2011 Cuma § 0

Misfits as Skins

17 Mart 2011 Perşembe § 0

Yeni Albüm: The Strokes - Angles

15 Mart 2011 Salı § 0

Bir zamanlar. Üşengeçliğimin tavan yapmadığı ve belli uzunlukta bir şeyler yazmaktan acayip keyif aldığım dönemlerde, kendi çapımda bir Top 3 serim vardı blogda. En sevdiğim, o sıralar yoğunlaştığım grup veya şarkıcıların yazıya başladığım an içimden gelen üç şarkısından bahsediyordum. Fakat benim gibi müzik konusunda aç gözlü bir adam seriyi üç şarkıyla kısıtlamanın zorluğunu çok geçmeden fark etmiş, bir süre sonra hiçbir Top 3'e üç şarkı sıkıştıramaz olmuştum. Hatta üç şarkı yerine üç albüm seçtiğim bile olmuştu. Bu seriyi de o üç albümlük istisnayı yaptığım grup olan Radiohead'in yeni albümünden sonra başlatacaktım ancak denk getiremedim bir türlü. Delicesine heyecanlanacağım ve hakkında birkaç cümle konuşabileceğim bir dahaki albümde başlayayım diye düşünmekteyken o albüm aniden geliverdi. The Strokes'un Angles'ı.


Grubun ilk albümü Is This It sonraki iki albüme nazaran daha çok sevilse de ben o iki albümü daha çok tutuyorum. Julian Casablancas'ın vokallerinin biraz daha ön plana çıktığı ve hatta kısım kısım rahatsız ettiği, gitarların ise sertleşip post-punk öğeleri bulunduruğu albümler. Room on Fire'ın ilk dört şarkısı efsanedir mesela bence. Ya da şöyle diyeyim, asıl akılda kalan şarkılar bu albümlerde kanımca. Yine de genel kaliteye bakarsak First Impressions Of Earth'ü son sıraya koyarım.

Angles'da ise ne tür ararsak var sanki. Önceki üç albümün on şarkılık bir özeti gibi ama çok daha eğlenceli şarkılarla. Açılıştaki Machu Picchu ve ardından gelen bu albümün "Reptilia"sı Under Cover Of Darkness ayrı ayrı nefisler. Tempo Two Kind of Happiness'la biraz düşse de You're so Right ile grubun apayrı bir yönünü görüyoruz. Şarkıda bâriz bir şekilde geçtiğimiz yıla damga vuran gruplardan These New Puritans tadı var. Çok hoş bir şekilde hem de. Beşinci şarkı Taken For a Fool ise değeri zamanla anlaşılacak şarkılardan biri gibi gözüküyor. Olası bir kliple Under Cover of Darkness etkisi yaratabilir.

Albüm tam yarısında birden bire değişiyor sanki. Biraz daha uysallaşıyor, duygusallaşıyor. Is This It tadı da burada başlıyor bence. Games ve Call Me Back basit ama güzel şarkılar. Gratisfaction ve Metabolism'le tekrardan hafifçe hareketlenilse de kapanış şarkısı olduğu her hâlinden belli olan Life Is Simple In The Moonlight, albümün dört dakika üzerindeki tek şarkısı ünvanını taşımasına rağmen insanı hiçbir şekilde yormadan sonlandırıyor macerayı.

Büyük bir heyecanla seri başlatıp devamını getirmeme huyumu bilenler ve bu yazıyı buraya kadar okuyabilenleri cân-ı gönülden sevdiğimi bilin öncelikle. Yılda iki-üç tane, o da kendi çapında albüm kritiği yaptığım her hâlimden belli olsa gerek. Bu yüzden yukarıda yazılan ne varsa unutup sadece güzel bir albüm dinlemek istiyorsanız hiç düşünmeden albümü indiriniz diyorum. Ya da indirmeyin resmi siteden dinleyip imkanınız varsa da 18 Mart'tan sonra orijinalini satın alın. Böyle güzel müzikler yapılabildiği için bile insanlığın iyi bir şey olduğuna inanıyorum bazen. Ama bazen. Ender. Nâdir. Seyrek. Görüşürüz.

Wile E. Coyote in "127 Hours"

§ 0


Gareth Bale Animation. Tottenham vs Inter Milan

13 Mart 2011 Pazar § 0




Inception: Done in 60 Seconds

§ 0




NBA Players vs. EPL Players

§ 0

Geekweek'te güzel bir eşleştirme yapılmış NBA oyuncuları ile İngiltere Premier Lig futbolcuları arasında. Arasında katılmadıklarım var ama bütünlüğü bozmamak adına olduğu gibi alacağım listeyi burayı. Hem zaten genel olarak hep güzel kıyaslamalar yapılmış. Buyursunlar.

  • Kevin Durant vs. Gareth Bale : Gayet yerinde bir eşleştirme. İkisi de takımlarının bulundukları yerine göre verebilecekleri en iyi performansı sergiliyorlar. Durant'in iki yıldır sayı krallığındaki dominantlığı, Bale'in ise dünyanın en iyi sağ beki olarak gösterilen Maicon başta olmak üzere önüne gelen sağ kanat savunucusunu bertaraf etmesi, üstüne bir de takımının forvetleri kadar gol atması bu kıyaslamayı doğrular nitelikte. Sağ beki dağıtma konusu açılınca belirtmemek olmaz; Uğur Boral, Dani Alves'i perişan etmişti Zico zamanında hatırlayacaksınız.
  • LeBron James vs. Fernando Torres : Bu ve bundan sonraki kıyaslamaya tam katılmıyorum ama bu maddeyi doğrulayacak iki büyük olay var elimizde. LeBron James'in sene başında daha büyük başarılar için Cleveland'ı bırakıp Miami'ye geçmesi ve Fernando Torres'in devre arasında "kupa ve kupalar kazanabilmek" için Liverpool'dan Chelsea'ye transfer olması. Yetenek konusunda ikisi de sorgulanmaz fakat Torres'in kariyeri boyunca istikrar sorun olmuştur. Nitekim Chelsea'ye transfer olduğundan beri golü yok. Biz Liverpoollular gülüyoruz elbette bu duruma, her ne kadar Torres'i sevsek de. İstikrar konusu eşleştirmeyi tam doğrulamayan ilk faktör bence. Diğeri ise sevilme meselesi bence. Torres genel olarak sevilen bir oyuncu ama King James'in sevmeyeni bir hâyli fazla.
  • Kobe Bryant vs. Ryan Giggs : Kariyer bakımından çok doğru bir kıyaslama. İkisi de profesyonel spor hayatlarının tamamını aynı takımda geçirdiler. Müthiş istatistiklere sahipler. Saygı duymamak elde değil. Ama... Gel gelelim Kobe'yi ne kadar seven varsa, bir o kadar da sevmeyen var. Birçok polemik ve olayını hatırlıyoruz. Ancak Giggs'le ilgili en ufak bir kötü söz duymadım hayatımda. Onca senedir bir skandalını hatırlamıyorum futbol ve günlük hayatında. Böyle bir adam Giggs. Hatta belki de böyle sade ve düzgün bir sporcu olduğu için yeteri kadar adı geçmiyor orda burda. Atıyorum sadece beş sezon ManU'da yer almış Cantona mı konuşulur bundan çok uzun süreler sonra, yoksa 1990 senesinden beri bu takımda bulunan ve her senesinda gol atabilmiş Giggs mi? Büyük ihtimalle Cantona. Ama benim spor anlayışım Giggs gibilerden yana. Özetle, Giggs'in kariyeriyle Cantona'nın ünü birleşirse anca Kobe ile böyle bir kıyaslama yapılabileceği kanısındayım. Tabii Cantona ile Kobe'nin vukuatlarını birebir tutuyor değilim. Cantona ayrı bir kafada. Anladınız siz beni.
  • Blake Griffin vs. Javier Hernandez : Bu da ilk eşleşme gibi gayet yerinde. İki oyuncu da ligde ilk sezonlarını yaşıyorlar ve ikisi de beklenenin üzerinde performans sergilediler şu ana kadar. Griffin maçlar esnasındaki harika smaçlarına NBA All-Star haftasonunda bir de smaç yarışması birinciliği ekledi. Hernandez ise Rooney ve Berbatov'un arkasında çok iyi işler çıkardı. Şans bulduğu birçok maçta golünü attı. Takıma hiç yabancılık çekmedi. Özel bir yeteneği olduğunu hepimize gösterdi. İkisi de oyunculuklarını elbette geliştireceklerdir. Bu seneyi liglerinin parlayan yıldızları olarak kapatacakları ise şimdiden ortada.
  • Ron Artest vs. Joey Barton : Bu eşleştirme hakkında yorum yapmaya bile gerek yok sanırım. İki oyuncunun da saha içi ve dışında o kadar çok olumsuz icraatı bulunuyor ki, say say bitmez. En ufak olayda sinirlenip hınçlarını rakiplerinden çıkarma konusunda ustadırlar. Saha dışında ona buna sataşırlar. Gerekli-gereksiz bir sürü demeçte bulunurlar. En kötüsü de rakip oyuncuları sakatlama konusunda ustalaşmış oyuncular olmaları. Belki o niyeti taşımıyorlar ama sert mücadeleleri yüzünden karşı takımdan birçok oyuncuyu uzun süreli sakatlamışları mevcut. Geekweek'teki arkadaşın bu kıyaslamayı yapmasında başka hiçbir sebep göremedim ben.
  • Yao Ming vs. Michael Owen : İki ismi de okuyunca yüzde gülümseme yaratan bir eşleştirme daha. Lige ilk geldiklerindeki müthiş performansları sakatlıklar yüzünden öyle sekteye uğradı ki, artık varlıkları bile unutulmaya başladı bu oyuncuların. Owen'ın Liverpool'dan sonraki yılları birkaç maç dışında kayıp denilebilir. Yine de 2009-2010 sezonunun başında geldiği Manchester United'da 25 maçta 11 gol gibi neredeyse yarı yarıya bir oran tutturmuş olması garip geliyor insana. Ming ise NBA'e 2002'de geldi ve ilk yılları gayet başarılıydı bildiğiniz üzere. Fakat son iki-üç senedir içinde olduğu sakatlık dönemi yüzünden kendisini en son ne zaman izledik gerçekten hatırlamıyorum.
  • Jermaine O'Neal vs. Emile Heskey : Hâlâ bir takımda yer bulduklarına şaşırılması gerektiği, en iyi zamanlarını çoktan yaşadıkları açısından bir kıyaslama yapılmış. Her iki oyuncu da '78 doğumlu ve yıldız dönemleri birkaç sene önce arkalarında kaldı. O'Neal'ın sekiz senelik Indiana Pacers kariyeri epey başarılıydı fakat geçen sezonki Miami Heat, bu sezonki Boston Celtics zamanları korkunç boyutlarda. Celtics'de sezon başında rotasyonda yer alıyordu ama şu yazıyı yazmaya başladığımda Celtics kadrosunda olduğunu unutacak kadar uzun süredir izlemediğimi fark ettim. Sakatlığı olabilir, hatırlamıyorum. Ama dediğimiz gibi, onun zamanı çoktan geçti. Heskey'nin zamanı bana kalırsa Owen gibi Liverpool'dan ayrıldığı zaman bitti. Birmingham ve Wigan'da geçen beş yılın ardından Aston Villa'da kendini bulur belki diyordum ama iki senede sadece sekiz gol attığını görüyoruz. Çok sürmeden emekliliklerini göreceğimiz oyunculardan bence ikisi de.
  • Manu Ginobili vs. Dimitar Berbatov : Son ve en efsane eşleşme kesinlikle bu. Orijinal yazıda da bahsedildiği gibi iki oyuncu da maç günü harikalar yaratıyor fakat sonra unutturuyorlar kendilerini. Taa ki bir sonraki maça kadar. Ertesi maç geliyor ve bu iki adam çıkıp en iyilerini ortaya koyarak takımlarını sonuca götürüyorlar. Bu döngü hep devam ediyor. Kısacası hak ettikleri değer tam olarak verilmiyor diyebiliriz iki oyuncuya da. Alex Ferguson'ın Berbatov için Tottenham'a ödediği para üç senedir eleştiriliyordu. Hâlâ vardır bu eleştirilerden ancak Bulgar oyuncu bu seneki performansıyla herkesi susturdu doğrusu. Harika bir yıl geçiriyor. Ginobili ise hücumda fazla zorlamaları ve savunmada kendini çok çabuk yere atmasıyla eleştiriliyor yıllardır. O da aslında Berbatov gibi belli bir standartta devam etti yıllardır oyununa ancak bu yıl San Antonio'nun muhteşem ilerleyişinin açık ara başrol oyuncusu. Temmuz'da 34 yaşına girecek bir oyuncu için çok iyi bir iş çıkarıyor. Spurs bu sene şampiyon olmayı başarırsa Arjantinli oyuncuya çok şey borçlu olacak, şanssız bir sakatlık yaşanmadığı sürece tabii. Hoş, Ginobili sakatlanırsa şampiyonluk hayâl olur bu yıl.
Yazıyı bitirmeden son madde ile ilgili biraz daha konuşmak istiyorum. Ferguson'ın Berbatov'u savunduğundan kat kat daha fazla ben Ginobili'yi savunmuşumdur. Lige geldiğinden beri çok fazla özelliği olmamasına rağmen favori oyuncum oldu kendisi. Bu seneki takımın çok da beklenmedik performansında en çok onun payı olması acayip hoşuma gidiyor. Takım yaşlandı epey. Bu sene şampiyon olduk olduk, sonrası zor. Yürüyedur be San Antonio! Go Spurs ulan!

Fragman : Super 8

12 Mart 2011 Cumartesi § 0


"Set in 1979 Ohio, a group of six young children use a Super 8 camera to make their own zombie movie. One night while filming near a remote stretch of railroad tracks, the children witness a truck collide with an oncoming train leading to a catastrophic derailment. Amidst the fire and destruction, something inhuman emerges."




J.J. Abrams'ın uzun zamandır merakla beklenen, konusu bile uzun süre açıklanmayan yeni filmi Super 8'in ilk fragmanı yayınlandı. Bu videoyla da pek belli edilmemiş içerik açıkçası. Super Bowl akşamı yayınlanan tease'de görmüştük zaten raydan çıkan treni ve vagonlardan birinde gizemli bir güç olduğunu. Buna ek olarak altı çocuğun "Super 8" adı verilen kamera ile kendi zombi filmlerini çekmekteyken bu kazaya tanık oldukları belirtilmiş. Baştan beri var olan gizem ortamını korumak için böyle bir fragman yayınlamışlarsa eyvallah, fakat ben pek bir şeye benzetemedim doğrusu filmi. Bilim-kurgu kadar drama yönü de ön plana çıkacak gibi gözüküyor. Bekleyelim bakalım. J.J. Abrams ve Steven Spielberg var sonuçta filmin başında, ne kadar kötü olabilir.

The Last Airbender: Legend of Korra

8 Mart 2011 Salı § 0

Nickelodeon’in 2005-2008 yılları arasında tüm dünyayı etkisi altına alan çizgi filmi Avatar: The Last Airbender‘ın beyaz perde versiyonu başarılı(!) yönetmen Night Shyamalan tarafından katledilse de, animasyonun yaratıcıları geçtiğimiz yazki Comic-Con’da 12 bölümlük yeni bir sezonun müjdesini vermişti. Aang’in Avatarlık döneminden 70 yıl(bazı yerlerde 75 yazıyor) sonrasını konu alacak dizide bir sonraki Avatar olan Korra’nın maceralarını izleyeceğiz. Sezonun/dizinin ismi ise The Last Airbender: Legend of Korra.

Ana karakterimiz Korra, Güney Su Kabilesi’nden isyankâr, tutkulu ve korkusuz bir su bükücü. İzleyeceğimiz dönemde kendisini suyun yanında toprak ve ateş bükmeyi de öğrenmiş fakat henüz hava bükmede ustalaşmamış bir şekilde göreceğiz. Hava bükmeyi öğreneceği kişi ise -buraya dikkat- Aang ve Katara’nın oğlu Tenzin. İkili “Republic City”de artan suç oranlarına ve anti-bükücülüğe karşı mücadele edecek...

Nolanography

5 Mart 2011 Cumartesi § 0