Yalnız ve Ayı - 2

12 Nisan 2010 Pazartesi § 1

Yine ilk olarak Tumblr'da yayınlandı bu. 1'i şurada > Yalnız ve Ayı. Seri manyağı bir insan olduğumdan kelli bu da böyle bir şey oldu ama sırf sıkıntıdan, devamı gelir mi bilmiyorum. Malzeme çok aslında bu konuda ama biraz daha yaşamam lazım bunlardan. Şaka şaka, yaşamadım elbet ama görüyoruz ve duyuyoruz bunlara benzer hikayeler. Sana, bana da eğlence çıkıyor işte. "Bi' arkadaş ekolü" de yaptım ya helal olsun bana. Tamam hadi açık olalım; tamamı olmasa da bazı detaylar bana ait. Ayrıca yine görsel bulamadım, canım sağolsun.

"Yine haftalarca evden çıkmamıştım. Ama onun("o" için ilk yazıya bakın) “Of çk skıldm hadi bizm evin ordaki parka gelsne”sini geri çevirecek kadar da enayi değildim. Muhtemelen o banka oturacak, bense ellerim cepte bir şekilde ayakta onun aile sorunlarını dinleyecektim 2-3 saat boyunca. Ama olsun, ikimiz olacaktık ya sonuçta. Kalktım güzelce duşumu aldım bi’ güzel, kokumu süründüm. Umut ya işte, en güzel donumu giydim her ihtimale karşı içime. Saçlarımı iki tiftikledim parmaklarımla düzelsinler diye ama bu bile fazlaydı benim için, attım kendimi hemen sokağa. Param da vardı bu sefer, hazırdım kısacası tüm paramı yedirmeye kıza. Nereye gittiğimi soran anneme de artistlik olsun diye “Oğlunu rahat bırakmıyorlar be anne, bi’ gidip eriteyim şunları da gelirim birazdan” dedim.

Yılda bir kere, o da anneler gününde çiçek alan ben, yol kenarındaki çiçekçiden bir demet gül aldım bu sefer. Ne kadar kendimi ince biriymiş gibi göstermek istesem de içimdeki düz adamı yenemiyorum bu tür karar anlarında. Çiçek alınacaksa gül, takı alınacaksa kolye, çikolata alınacağında ülker çikolatalı gofret -dikkat edin çikolata bile değil-, bisküvi alınacağında da ülker kremalı sandviç bisküvi alırım her seferinde. Çiçeği şöyle bir koklayıp çiçekçi Hüseyin abiye “Bizimkisi çok sever de gülleri ;)))” dedim pişkin pişkin. Annemden sonra bir de çiçekçiye atmıştım golü, her şey yolundaydı. Büyük bir gururla çiçeği taşımak zaten ayrı bir olay. Ara sokaklardan gideceksem bile bu tür anlarda caddelerde salına salına yürürüm. İnsanların yüzüne bakmayan ben, az daha kafamı kaldırsam bulutlara bakarak yürüyecek hâlde yürürüm böyle günlerde, varın gerisini siz düşünün.

Yolun yarısında “Cnm ya bizm kafeye gelsne, bn oraya geldm” mesajını okudum. Sorgulamadım neden diye, hatta sevindim. Düşünsene çoluklu çocuklu parkta oturacağımıza karanlık kafede otururduk bir köşede. Çiçek var elimde, canı da sıkkın. Hafif deştim mi de ağlar, of lan yoksa boğaz muayenesi mi olacak? Gözlerim parladı tabii, hızlandırdım adımları. İşte bu yaptığım yanlışların en büyüklerinden. Azıcık hızlı yürüdüm mü terlemede ne kadar yetenekli olduğumu hatırlarım. Tişört sırılsıklam olurken alnımda boncuk boncuk ter kümeleri oluşur.

Neyse dedim yine de, kafenin köşesine geldiğimde hafif bi’ dinlenir, terimi siler öyle girerim. Sırtımın teri de kurur zaten otururken. Dediğim gibi yaptım. Beklediğimden de güzel atlattım ilk seansı. Tam yönelicem kafeye, yine mesaj. “Erhncm ya, bizmkilern sigarası bitmş. Kmse çıkmk istemedi dışarı, sen alsana gelirkn 2-3 pakt vinstın.” Mesajı en az iki defa okuduğumu hatırlıyorum, sonra zaten tekrar terlemeye başladım. Bizimkiler kim lan? Ne ara toplaştınız amına koyim? “Evden çıkamadım, gelmiyim ben” desen olmaz, ilk mesaja “Tamam geliyorum” diye cevap atmıştım yolda olduğumu belirterek. Bahaneler düşünedurayım ben, farkında bile değilim almışım sigaraları da yürüyorum kafeye doğru. Kurtuluş yok artık, takılıcaz birkaç saat o ortamda. Hem belki ders arası Osmanlar gelmiştir, yarım saat durup okula dönerler tekrar ve kalırız yalnız. Olabilir, niye olmasın.

Olmadı işte langerhans adacıklarına uçak düşürdüğüm, olmadı. Osmanlar olsa yine iyi. Mithat ve sevgilisi Gamze ile birlikte Mustafa da orada. Çift neyse de Mustafa olmasa iyiydi. Biliyordum bizimki boş değildi ona. Mithat ile Gamze birbirleriyle ilgilenirken bizimki de Mustafa’ya yazacaktı ve ben masanın en ucunda oturup diğer masalarda öpüşen çiftleri izleyecektim gizli gizli. Onlar ilk birayı bitirirken ben üçüncü biraya geçecektim. Çünkü benim ağzım meşgul olmayacaktı sonuçta. Tüm bunlar bi’ yana, daha elimdeki çiçekleri nasıl açıklayacağımı bile bilmiyordum.

Bir elimde çiçek buketi, bir elimde taşımayı hiç sevmediğim sigara paketleri, her yerime dolanmış kulaklıkla birlikte canım ter damlacıkları. Tabii götümden düşmek üzere olan pantolonumun yere sürten paçalarını unutmamak lazım. Annem demişti kıvır bir kat uçlarından diye. Sigaraları uzattım sahiplerine. Çiçeği usulca kenara koyup herkesi öptüm sırayla, o’nu öperken fark ettirmeyecek kadar uzun tutmaya çalıştım o anı. Bir süre ses çıkmadı kimseden ama göt Mustafa yaptı yapacağını “Abi bu çiçekler ne ya, kim bu şanslı hatun? ahahah” dedi. Klişe manyağı pis herif, gülüyor bi’ de. “Babaannemin doğum günü de bugün, buradan oraya geçeceğim” dedim. Allahtan biri uyanıp “Buradan çıkınca alsaydın ya” demedi ama orospu çocuğu Mustafa yine konuştu “Aa abi, kardeşinle aynı gün değil miydi ya babaannenin doğum günü hatta 10 Kasım’dı, oradan hatırlıyorum bak” dedi. Hafızasını siktiğim, çok samimi olmasak da birkaç kere gelmişti evimize, böyle bir diyaloğun geçtiğini hatırlıyorum. “Yok hacı ya, o durum anneannemleydi” dedim usulca, hıı deyip çevirdi kafasını, ucuz yırttık. Bir yandan da o’nu kontrol ediyorum. Bana en yakın olan o sonuçta bu toplulukta ama neyse ki ben gelene kadar bir bira içmiş, kafası zaten bozuk, bir de gürültü eklenince duymadı bile muhabbeti.

Gamze ve Mithat sadece birkaç defa bize döndü. Hani tam anlamıyla beş kişi olsak yapıcam şakayı, vericem espriyi ama böyle bir üçlüde gerildikçe gerildim. Şov yine Mustafa’nındı. Her gülünen muhabbet sonunda bizimkinin “Ay alemsin” diyerek dokunulan omuz, kol ve bilumum organ ona aitti sonuçta. Arkası bana neredeyse tam olarak dönük olduğu için benim payıma düşen sadece burnun gözüktüğü bir yüz ve bol bol saç oldu. He arada bir geriye yaslanıyor bahanesiyle çatala bakmadım değil ama o kadarını da hak ettim yani.

Bu böyle neredeyse 3,5 saat sürdü. Arada birkaç Cem Yılmaz göndermesi yapıp 1-2 tane de Fırat taklidi yapabildim bu sürede ve sadece ikisi duyuldu tüm bunların. Hatta orospu çocuğu Mustafa, benim duyulmayan esprilerimi hemen ardımdan tekrarlayıp “Ay alemsin Mustafa”ları kaptı omuz darbeleri eşliğinde.

Sonlara doğru birkaç defa telefonu kurcaladım o’nun göreceği şekilde. Hani “Neyle meşgul bu çocuk ya” desin diye ama bu da tutmadı. “Ne kurcalıyon yine orda, Twitter’a bir şey mi yazıyon?” dedi. Daha da dayanamayıp babaannemi aradım. Sanki o beni aramış gibi de yaparak “Tamam babaanne tamam, geliyorum az sonra” diye kapattım telefonu. “Ya nereye gidiyosun ya sana bi’ şey anlatçaktım ben” dese de bizimki, geri dönüş yoktu artık, olmadı da. Seri hareketlerle “Genşler ben kaçtım acele, öpmeye hiç gerek yok, oturun oturun” diye üsteleyerek çıktım oradan. Hemen köşedeki banka oturdum. Terleme tekrar başladı. Susuzluklarına karanlık ve sigara dumanı eklenen çiçekler götüm gibi oldular. Ceketim kafede kalmıştı ama oraya dönüp kimseyi görmek istemediğimden on saniyelik yolu bile yürümedim. Az biraz soluklanınca kalktım ve gerçekten de babaannemin evine doğru yol aldım. Bu arada tekrar elinde çiçek olan adam kıvancı hüviyetime büründüm. Hatta çiçekçi Hüseyin abinin önünden tekrar geçerken “Abi sırayla hepsini dolaşıyorum görüyosun eki eki” bile dedim. Babaanneme vardığımdaysa bir kez daha tam bir yalnız ve ayı olduğumu anlamıştım. Ama naiftim de, verdim babaanneme çiçekleri. Bu arada o’na mesaj attım, “Canım ceketim orada kalmış galiba, alsana sen onu, ben buradan eve geçerken sizin eve uğrar alırım” dedim. Sadece “ok” diye cevap gelse de bir an bok gibi durumu lehime çevirdim sevinci kapladı yüzümü. Tekrar görecektim onu. Hem de evlerinin kapısında, pijamalı bir hâlde. Uu beybi, güzel bi’ bi’ hareketlenme oldu bende.

What's this?

You are currently reading Yalnız ve Ayı - 2 at ekseriyetle.

meta

§ 1 Response to “Yalnız ve Ayı - 2”

  • Adsız says:

    selam, ben ara sıra uğrayıp mal mal şeyler yazan adsız. "auhauahah, ulan ne adamsın!" demeye geldim. koşarak uzaklaşıyorum.