The Kids Are All Right

9 Ocak 2011 Pazar § 0

-Aylardır bir videodan, birkaç resimden oluşan postlarla geçiştiriyor gibiydim burayı. Oturup uzun uzun yazı yazmak istemememin yanında, görsel materyâllerin tek bir yerde bulunmasını istememdi amacım. Eğleniyorum da açıkçası bu formatla. Kendime çalışıyorum, güzel oluyor. Tabii hiç yazmak istemiyorum demek değil bu. Kişisel veya dizi/sinema/müzik üçlüsüyle ilgili içimden gelen şeyler olsa da yeterli sabır ve şevke sahip değilim sanırım bu aralar, yani uzun süredir. Bu sefer başaracağım ama sanırım. Her ne kadar detaylı ve uzun bir film eleştirisi yazamayacak olsam da.-

Her güne bir film sıkıştırmaya çalıştığım dönemlerden birindeyim yine. Bugünü, ana rollerinde bulunan üç oyuncusundan ikisini sevmediğim The Kids Are All Right'a ayırdım. Okuduğum kadarıyla iyi bir alternatif, vakit geçirmelik film olduğunu düşünüyordum, öyle de çıktı. Ama işte böyle ortalama bütçeli, seyirciyi yormamaya çalışan aile dramalarında bile tatmin edici bir son izleyemeyince film için "eh işte"demekten öteye geçemiyorum.

İki eşcinsel anne tarafından yetiştirilmiş iki kardeşin annelerine yıllar önce sperm bağışında bulunmuş adama, yani biyolojik babalarına ulaşmaları ve ardından gelişen süreç anlatılıyor The Kids Are All Right'ta. Mark Ruffalo'yu restaurant işleterek geçimini sağlayan ve hayatını dilediği gibi yaşayan Paul karakterinde görüyoruz. Julianne Moore, çocuklar için zamanında okulu bırakmış ve devamında yaptığı işlerde bir türlü dikiş tutturamamış Jules'u, Annette Bening mükemmeliyetçi ve kontrolün elinde olmasını seven doktor Nic'i canlandırıyor. Mia Wasikowska(Joni) ve Josh Hutcerson(Laser) ikilisi ise 18 ve 15 yaşlarındaki abla-kardeş rolündeler.

Karakterler özellikleri doğrultusunda bekleneni yansıtıyorlar diyebilirim film boyunca. Kötü anlamda ya da tahmin edilebilirlik açısından söylemiyorum bunu, iyi gösteriyor tüm oyuncular o anın gerektirdiklerini. Çocukların babalarıyla tanışma sürecinde yaşadıkları, kendinden başka kimseden sorumlu olmayan bir adamın git gide birilerine bağlanmaya alışması ve annelerin, düzgün bir adam gibi gözükse de örnek bir ebeveyn olamayacağını düşündükleri bir adamla birden vakit geçirmeye başlayan çocukları için endişelenmesi. Bu geçiş dönemindeki diyaloglar ve yaşananlar o anı hissettirmeyi başarıyor size. Fakat gel gelelim, filmin tamamı elinize bu kadar bilgi verilmesi durumunda senaryoyu kendinizin tamamlayabileceği şekilde gelişiyor.

Belli bir yaşa gelmiş ve tek başına yaşayan adamın hayatının iki çocukla vakit geçirmeye başlamasının sonrasında ne yönde değişeceğini çözmeniz zaman almıyor. Gelişme çağındaki bir erkeğin ihtiyaç duyduğu baba figürünü, sürekli kurallarla ve kısıtlamayla büyümüş genç bir kızın ona istediği rahatlığı sağlayacak bir ebeveyni bulmasının ardından ne gibi farklılıklar göstereceğini de tahmin ediyorsunuz. Buraya yazmam filmin keyfini kaçıracaktır fakat can alıcı bir konu daha var. Onu da sürpriz ve entrika unsuru olarak sundular bize ama inanın ilk olacağını tahmin ettiğim olay oydu diyeyim, siz anlayın.

Son için kısmen iyi, kısmen kötü diyebiliriz. Oldu bittiye getirilmiş bir hâli vardı kanımca. Giriş tamam, gelişme de tamam ama sonuç tam sonlanmıyor. Ya da ben istediğimi tam alamadım. 10 üzerinden 7 puan mâkul gözükse de yarım puan finali benimseyemediğim, yarım puanı da Mia Wasikowska'yı ne kadar naif ve güzel bulup seviyorsam ana karakterlerdeki Mark Ruffalo ve Julianne Moore'a oldum olası ısınamadığım için kırarak 6 puan veriyorum filme. Boş vakti olanlar veya 'atıştırmalık' film arayanlar için geçtiğimiz yılın ideal filmlerinden özetle.

What's this?

You are currently reading The Kids Are All Right at ekseriyetle.

meta